Pazartesi, Eylül 04, 2006

Eylül geldi...


Eski yazılarımın arasında buldum,
yeri ve zamanı da gelmişken,
artık yeni birşeyler yazamazken...


--------


Sizin bulunduğunuz yerlerde havalar şu an ne alemde bilmiyorum
ama buralarda ciddi bir serinleme söz konusu havalarda
ve ağızlardan dökülen:
“İşte yine geldi ya Eylül girdik artık sonbahara”,
“Deniz mevsimi de bitti artık herkes döndü.”,
bunlardan daha sık olarak da
“Artık baharlar yaşanmaz oldu zaten.
Bir yaz, bir kış, hemen atlıyorsun birinden diğerine.
İşte bunlar bu aralar çok sık duyduğum
ve duymaktan ciddi anlamda sıkılmaya başladığım cümleler.
Sizi bilmem ama benim hiç de katılasım yok bu cümlelerin hiçbirine.
Ya en basitinden düşünsenize hiç çocuğuna Mart ya da Ocak diye isim koymuş anne babaya hiç rastlamadım ben.
Ama Eylül adını taşıyan şanslı çocuklar çok.
Diğer taraftan sonbaharlar hala yaşanıyor en azından benim yaşadığım şehirlerde.
Hala o renk cümbüşünü yakalayıp sonuna kadar tadını çıkarabiliyorum.
Biyolojik kentim ( yani ailemin yaşadığı, benim içinde doğduğum ama buna rağmen hiçbir aitlik hissetmediğim sınır şehri)
Edirne’nin özellikle Söğütlük vardır tam eylüldür zamanı
sarı, yeşil ve kahverenginin ve tüm bunlar hepsi bizimle.
Ama sadece bakmasını ve bakmaktan da öte görmesini bilene.
Öyle herkese değil…
Karaağaç ve Kapıkule yollarının da hakkını vermek lazım şimdi.
Birinde Bulgaristan, diğerinde Yunanistan’la sınır oluşturan noktalarla biter bu iki yolların sonu. Türkiye’deki son zamanlarınızdır ve sizi sınırdan çıktığınızda
buraları daha çok özleyesiniz diye bir çaba içindeymişlercesine tadını çıkarılası yollardır.
Sınırda da bitmez renkler.
Sonbahar ve renk ya bu sınır mı dinleyecek?
Gümrük kapılarının ötesinde de var bu renklerin aynısından.
Benim kentim yani bir zamanlar içinde yaşamaktan dolayı kendimi şanslı hissettiğim kentim güvenli bölge Ankara kıskanır şimdi.
Onun da hakkını verelim.
Oralarda da farklıdır Eylül.
Hem artık doğalgaz sağolsun ki Karbonmonoksit sonbaharlar değil Ankara’da yaşanan.
Bol oksijenli ve beraber Tunalı Hilmiye gitme ihtimalini sevdiğiniz insan varsa daha da güzelleşecek bir sonbahar yaşarsınız benden garanti.
Bol oksijenli, yine bol sarılı, bol kahverengili sonbaharlar.
En güzel yaşanan yeri de tabii ki Ulus, tabii ki Kale civarı ve tabii ki Hisar Parkı.
Laf olsun diye söylemiyorum kendinizi bulursunuz orda.
Yanda mutlaka bastonlu düşüncelere dalmış gitmiş,
sanki saatlerdir orda izlenimini veren yaşlı amca olur.
Arkadan Kalespor yıldızlarının sesleri, aşağıdan da adını bilmediğim ve bir türlü öğrenme zahmetine de katlanmadığım okuldan zil sesleri-teneffüs-zil sesleri diye devam eden hiç bitmeyecekmiş gibi gelen sesler.
Artık renklerinden bahsetmiyorum kapmış olmanız bekleniyor.
Yani demek istiyorum ki ben şanslıyım Eylül’ü yaşayabildiğim için
ama benim kızdığım aynı şehirleri paylaştığım insanların Eylül’den yakınıp durmaları…
Yok Eylül ayrılık mevsimiymiş, yok hüzün basarmış insanları.
Ya şimdi siz ayrılacaksanız Eylülün suçu ne?
Ne bu ilişki, ne bu çelişki derler insana…
Ayrılık değil tam tersine birleşme mevsimidir bence sonbahar.
Ha siz ille de yok Eylül ayrılık ayıymış öyle duyduk biz ayrılacağız derseniz kim tutar, buyrun…
Önce güneş daha erken batmaya başlar, akşam olur, herkes evine girer erkenden.
Tabii bu sokaktaki mahalle maçını bırakıp eve girmeyi sonuna kadar reddeden çocuklar için sevilenecek bir durum değil pek kabul ediyorum
ama bu yazının hedef kitlesinin yani sizin 18 yaş üzeri olduğunuz düşünüldüğünde siz bu bahaneden muhafsınız hiç boşuna yeltenmeyin.
Sonra okullar açılır,
okula dönüş zamanıdır,
sıkı dostlar tekrar birarada,
kantin geyiklerine geri dönüştür bu zamanlar…
İnsanlar daha bir birbirine döner gibi geliyor bana…
Düşünsenize yazın o nemli, bunaltıcı sıcağında omzunuzdaki bir kol bile ağır gelmez mi size? Eylülde serinlik başlayınca birbirine yaklaşır.
Ya işte fizik konunu bu önüne geçilir mi?
Sıcakta genleşip uzaklaşır molekül denilen şeyler birbirinden.
Soğukta da birbirine yaklaşır.
(Böyle miydi, bilen varsa…)
Eylül geldi haberi olmayanlara duyrulur…
Eylülü görmezden gelmek o kadar kolay değil!
Gün erken kararacak…
Sonra okullar açılacak…
Herşeye rağmen eylüller gelip geçecek
Bilinir bu da neden hep allak bullak olunur neden sarsar anlamıyorumm…
Tam zamanı şimdi yaz rehavetinden sıyrılıp baharı yakalamanın zamanı…
Daha kaç eylül var ki yaşayacağımızdan emin olduğumuz…
Ya da kaçıncı Eylülündeyiz hayatın…
İşte yine Eylül…
Yağmurlarla yıkanmış ışıklarla hüzün ve aşk zamanı…
Alıştığımız gibi olmayacak artık yaşam…




özlem

10 Comments:

Blogger Baha said...

Hoş bir yazı; çok beğendim...
Eylül denince benim aklıma Alpay'ın "Eylülde gel" şarkısı gelir:

Tatil geldiği zaman
Ağlarım ben inan
Gidiyorsun işte
Arkana bakmadan
Nasıl geçer bu yaz
Ne olur bana yaz
Sen sen sen
Sen bir ömre bedel
Yok yok yok
Gitme gitme gel
Eylülde gel

Okul yolu sensiz
Ölüm kadar sessiz
Geçtim o yoldan dün
İçim doldu hüzün
Yapraklar solarken
Adını anarken
Bekletme ne olur
Gelmek zamanı gel
Yok yok yok
Gitme gitme gel
Eylülde gel

Eylülde gel Eylülde okul yoluna
Konuşmadan yürüyelim gireyim koluna
Görenler dönmüş hem de mutlu diyecekler
Ağaçlar sevinçten başımıza konfeti gibi
Yaprak dökecekler

3:07 ÖS  
Blogger ÖZLEM said...

Evet ben de biliyorum bu şarkıyı..
Güzel ay Eylül.
Başka hangi ayın adına yapılmış şarkısı var?
Hep kıskançlıklarından diğer ayların Eylül'e "hüzün, ayrılık vs.." olumsuz ne varsa yakıştırmaları.
Hep çekemediklerinden :)

5:09 ÖS  
Blogger Amire said...

EYLÜL SONU



Günler kısaldı. Kanlica'nin ihtiyarları

Bir bir hatırlamakta gecen sonbaharları.



Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa...

Yazlar yavaşça bitmese, Günler kısalmasa...



İçtik bu nadir icki'yi yıllarca kanmadık...

Bor böyle zevke tek bir omur yetmiyor, yazık!



Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;

Lakin vatandan ayrılısın ıstırabı zor.



Hiç dönmemek olum gecesinden bu sahile,

Bitmez bir özleyiştir, ölümden biter bile.


YAHYA KEMAL BEYATLI


Eylülün günah keçisi olmasının temelin de,sanıyorum,bu şiirde ki bakış açısı yatıyor..


Ha ben eylüle laf söylermiyim..
söylemem..
yanlış anlama bir yamuk olmasın..
yahya kemal diyor, ben değil..,

E Y L Ü L
G E L D İ
H Ü Z Ü N
G E L D İ

7:52 ÖS  
Blogger ÖZLEM said...

Yahya'nın derdi farklı.
Eylül'le bir sorunu yok onun,
onun derdi geçen ömür, eksilen günleri hayatın.
Anladım ben onu
:)

9:23 ÖS  
Blogger Amire said...

özlem yeter artık...
yenilik yap artık ama...

11:03 ÖS  
Blogger ÖZLEM said...

Kameradaki DVD dolsun hemen gelecek yenilik.
Haftasonu İstanbul'da dolar artık.
:)

11:09 ÖS  
Blogger Amire said...

ohhhhhh be
köreldik iyice...
sevindirici bir haber bu...

11:10 ÖS  
Blogger Adamın Biri... said...

Sarının her tonuyla yerlere düşmüş yapraklar üzerinde, bastıkça çıkan o tarifsiz hışırtılarla, esen rüzgardan dağılan saçlarının arasından bakışlarıyla, hafifde üşümüş hani,sevdiğinin elini tutarak yürümenin tadı nerede var?

Eylül bir acayiptir...durdurmaz adamı durduğu gibi...

Ve az sonra başlayan yağmurdan ıslanmanın da tadı eklendiğinde, az önce rüzgarın dağıttığı saçlardan düşmeye başladığında damlacıklar, acele adımlarla salaş bir çayhaneye varılıp da iki elle sarılmış bardaktan yudumlanırken sıcak çay, yanağına yapışmış saçları düzeltmenin ve o gözlerdeki ışıltıyı görmenin tadına ne demeli?

Eylül güzeldir...yaşayabilene!

9:36 ÖÖ  
Blogger Adamın Biri... said...

Sanırım birde temmuzla ilgili bir şarkı vardı...

Severimde hani...
:)

9:37 ÖÖ  
Blogger Amire said...

hadi ama...yenilik yap...

8:12 ÖS  

Yorum Gönder

<< Home

web site counters
Expedia Coupon
Locations of visitors to this page