Perşembe, Eylül 28, 2006

POSTMODERN SANAT DEDİKLERİ BU OLMALI





Çarşamba, Eylül 27, 2006

Anı tamam, ama nasıl?


Hazır okulda Fotoğrafçılık Kulübü açmışken
ilk toplantımızda çocuklara bunu göstermeye karar verdim?
"Neden fotoğraf çekeriz?"sorusunu düşündürecek daha iyi bir araç yok gibi :)

Cumartesi, Eylül 23, 2006

EN EN EN

Bu sıralar hayatımın En'lerim:

En kızdıran:
Bir meslektaşımın öğrencileri haremlik-selamlık bir oturma düzeninde yerleştirmesi. Çocukların tam yaşama bakışlarının oluştuğu çağlarında karşı cins arkadaşlarından uzak durmaları gerektiği düşüncesine alış(tırıl)maları. Korkuyorum :(

En üzen:
Okulun ilk günü, 1. sınıfların ilk heyecanları, yüzlerindeki ifadeler, bizi saatlerce bahçede oturtup içeri girmekte direnen bıdık Fatih'in yerlerdeki halleri, İstanbul, Ortaköy, Miniatürk, Yeşil Sera'da kahvaltı, masklı hallerimiz vs vs.. 800den fazla fotoğrafı DVD'nin bir an okumakta direnmesi sonucu hepsini kaybetmem

En korkutan, çaresiz hissettiren:
Bir öğrencinin derste epilepsi krizi geçirmesi, gelen doktorun herşeyi ellerime bırakıp
"Açın hocam ağzını hadi" demesi, çocuğun kilitlenen ağzını açamayışım, yaşamla-ölüm arasında kalışı(ımız)

En rahatlatan:
Krizi atlatan öğrencinin 2 saniyelik gülümseyişi, gelen ambulans, 2 gün sonra öğrencinin sağ salim dönmesi.

En güldüren:
En bilinçli (!) velilerimizden birinin cümlesi "Ya hocam bunlar ikiz zaten, aynılar, onun resmi kalmamış, öbürününkinden yapıştırıver"

En huzur veren:
Rehberimde hiç planlamadan yapılan çay sohbeti... Ellerine sağlık tekrar... İyi ki benim Rehberim o :)

En ıslatan, üşüten ve sonrasında hapşırtan:
Cuma günü çarşıda yakalayan yağmur

En şanslı hissettiren:
"Sen özelsin, bitanesin.." cümleleri. Megolaman değilim yanlış anlaşılmasın, ama hangimiz gülümsememz bunları duyunca. Hepimiz bir taneyiz zaten, hangimizden 2 tane var?

En çok dinleten:
Hepsi'nin Pepsilik şarkıları "Kaç Yıl Geçti Aradan" ve "Tempo"
Antonis Remos'tan ne gelirse
İncesaz

En heves ettiğim:
http://www.netfotograf.com/
Okulda yeni bir kulüp açtık, fotoğrafçılık.
Zaten toplantıda adı geçince herkesin bakışları bana döndü istemsiz.
Yaşasın, okulda minik fotoğrafçılar dolaşacak koridorlarda...
EFOT yardımların gerekli bize.

En yoran:
15.15'te başlayıp 19.30'da biten Kurul Toplantısı...
Ayrıntılarını bilmediğim bir sürü kurula üye yazıldım.
"Kantin gelirlerini denetleme kurulu, TKY danışmanlığı, Demirbaş alımı denetleme kurulu" vs.
Bunlaran 2'si yoracağa benzer, hadi bakalım :)

Pazartesi, Eylül 04, 2006

Eylül geldi...


Eski yazılarımın arasında buldum,
yeri ve zamanı da gelmişken,
artık yeni birşeyler yazamazken...


--------


Sizin bulunduğunuz yerlerde havalar şu an ne alemde bilmiyorum
ama buralarda ciddi bir serinleme söz konusu havalarda
ve ağızlardan dökülen:
“İşte yine geldi ya Eylül girdik artık sonbahara”,
“Deniz mevsimi de bitti artık herkes döndü.”,
bunlardan daha sık olarak da
“Artık baharlar yaşanmaz oldu zaten.
Bir yaz, bir kış, hemen atlıyorsun birinden diğerine.
İşte bunlar bu aralar çok sık duyduğum
ve duymaktan ciddi anlamda sıkılmaya başladığım cümleler.
Sizi bilmem ama benim hiç de katılasım yok bu cümlelerin hiçbirine.
Ya en basitinden düşünsenize hiç çocuğuna Mart ya da Ocak diye isim koymuş anne babaya hiç rastlamadım ben.
Ama Eylül adını taşıyan şanslı çocuklar çok.
Diğer taraftan sonbaharlar hala yaşanıyor en azından benim yaşadığım şehirlerde.
Hala o renk cümbüşünü yakalayıp sonuna kadar tadını çıkarabiliyorum.
Biyolojik kentim ( yani ailemin yaşadığı, benim içinde doğduğum ama buna rağmen hiçbir aitlik hissetmediğim sınır şehri)
Edirne’nin özellikle Söğütlük vardır tam eylüldür zamanı
sarı, yeşil ve kahverenginin ve tüm bunlar hepsi bizimle.
Ama sadece bakmasını ve bakmaktan da öte görmesini bilene.
Öyle herkese değil…
Karaağaç ve Kapıkule yollarının da hakkını vermek lazım şimdi.
Birinde Bulgaristan, diğerinde Yunanistan’la sınır oluşturan noktalarla biter bu iki yolların sonu. Türkiye’deki son zamanlarınızdır ve sizi sınırdan çıktığınızda
buraları daha çok özleyesiniz diye bir çaba içindeymişlercesine tadını çıkarılası yollardır.
Sınırda da bitmez renkler.
Sonbahar ve renk ya bu sınır mı dinleyecek?
Gümrük kapılarının ötesinde de var bu renklerin aynısından.
Benim kentim yani bir zamanlar içinde yaşamaktan dolayı kendimi şanslı hissettiğim kentim güvenli bölge Ankara kıskanır şimdi.
Onun da hakkını verelim.
Oralarda da farklıdır Eylül.
Hem artık doğalgaz sağolsun ki Karbonmonoksit sonbaharlar değil Ankara’da yaşanan.
Bol oksijenli ve beraber Tunalı Hilmiye gitme ihtimalini sevdiğiniz insan varsa daha da güzelleşecek bir sonbahar yaşarsınız benden garanti.
Bol oksijenli, yine bol sarılı, bol kahverengili sonbaharlar.
En güzel yaşanan yeri de tabii ki Ulus, tabii ki Kale civarı ve tabii ki Hisar Parkı.
Laf olsun diye söylemiyorum kendinizi bulursunuz orda.
Yanda mutlaka bastonlu düşüncelere dalmış gitmiş,
sanki saatlerdir orda izlenimini veren yaşlı amca olur.
Arkadan Kalespor yıldızlarının sesleri, aşağıdan da adını bilmediğim ve bir türlü öğrenme zahmetine de katlanmadığım okuldan zil sesleri-teneffüs-zil sesleri diye devam eden hiç bitmeyecekmiş gibi gelen sesler.
Artık renklerinden bahsetmiyorum kapmış olmanız bekleniyor.
Yani demek istiyorum ki ben şanslıyım Eylül’ü yaşayabildiğim için
ama benim kızdığım aynı şehirleri paylaştığım insanların Eylül’den yakınıp durmaları…
Yok Eylül ayrılık mevsimiymiş, yok hüzün basarmış insanları.
Ya şimdi siz ayrılacaksanız Eylülün suçu ne?
Ne bu ilişki, ne bu çelişki derler insana…
Ayrılık değil tam tersine birleşme mevsimidir bence sonbahar.
Ha siz ille de yok Eylül ayrılık ayıymış öyle duyduk biz ayrılacağız derseniz kim tutar, buyrun…
Önce güneş daha erken batmaya başlar, akşam olur, herkes evine girer erkenden.
Tabii bu sokaktaki mahalle maçını bırakıp eve girmeyi sonuna kadar reddeden çocuklar için sevilenecek bir durum değil pek kabul ediyorum
ama bu yazının hedef kitlesinin yani sizin 18 yaş üzeri olduğunuz düşünüldüğünde siz bu bahaneden muhafsınız hiç boşuna yeltenmeyin.
Sonra okullar açılır,
okula dönüş zamanıdır,
sıkı dostlar tekrar birarada,
kantin geyiklerine geri dönüştür bu zamanlar…
İnsanlar daha bir birbirine döner gibi geliyor bana…
Düşünsenize yazın o nemli, bunaltıcı sıcağında omzunuzdaki bir kol bile ağır gelmez mi size? Eylülde serinlik başlayınca birbirine yaklaşır.
Ya işte fizik konunu bu önüne geçilir mi?
Sıcakta genleşip uzaklaşır molekül denilen şeyler birbirinden.
Soğukta da birbirine yaklaşır.
(Böyle miydi, bilen varsa…)
Eylül geldi haberi olmayanlara duyrulur…
Eylülü görmezden gelmek o kadar kolay değil!
Gün erken kararacak…
Sonra okullar açılacak…
Herşeye rağmen eylüller gelip geçecek
Bilinir bu da neden hep allak bullak olunur neden sarsar anlamıyorumm…
Tam zamanı şimdi yaz rehavetinden sıyrılıp baharı yakalamanın zamanı…
Daha kaç eylül var ki yaşayacağımızdan emin olduğumuz…
Ya da kaçıncı Eylülündeyiz hayatın…
İşte yine Eylül…
Yağmurlarla yıkanmış ışıklarla hüzün ve aşk zamanı…
Alıştığımız gibi olmayacak artık yaşam…




özlem

Cuma, Eylül 01, 2006

Yaz bitti, görev başı zorlar bünyeyi...


Bugün tüm İlköğretim öğretmenleri 2006-2007 öğretim yılı açılışını yaptı, sabah 9'da okulda görev başı yaparak.
Cumadır, hafta sonuna bir gün kalmıştır farketmez, okuldayız.
Akşamında insana çarşamba-perşembe tadı bırakır,
yarın da erken kalkılacak diye başlanıp,
ertesi günün tatil olduğu hatırlanınca rahatlatır.
---
Yaz tatilinin serbestliği,
geç kalkma keyfi,
interrailden sonra üzerime yapışan
bir özgür-serbest-tasasızlık halini bıraktık geride.
Önce erken kalkmak zor geldi,
sonra toplantı masasında ciddi pozlarda oturmak.
Aklımda daha gondollar, trenler, deniz, güneş var benim, olmuyor.
Elimde olmadan bir gülümseme yapışıyor yüzüme, kovamıyorum.
Ciddi dinlemek lazım.
Ya da kafayı kitabın içine gömmek.
Condollezza Rice bile getirdim aklıma, olmadı. :(
Cuma sendromu bu, adı var, tedavisi yok henüz.
Yarın cumartesi. Açık havada bir kahvaltı toplar bünyeyi.
Pazartesi bıraktığımız yerden devam.
web site counters
Expedia Coupon
Locations of visitors to this page