Salı, Kasım 22, 2005

ABİME..


BENİM BİR ABİM VAR...
GÜVENDİĞİM ARKAMDA DURDUĞU İÇİN KORKTUKLARIMA KARŞI GÜÇ VEREN...
DAHA YERYÜZÜNDE BİR YILI DOLDURMAMIŞKEN BİLE NASIL GÜVENMİŞİM, BENİ SIMSIKI TUTAR EMİNİM, MİNİK EL O YÜZDEN BOŞLUKTA...
KÜÇÜKKEN BANA VURAN CADI ARKADAŞIMDAN KORURDU, ŞİMDİ DE ÖĞRETMENLİK TECRÜBELERİNDEN YARARLANIYORUM...
HİSSETTİ GALİBA... HEMEN ŞİMDİ MSN DAN MESAJI GELDİ...
:)
ABİCİM İYİ Kİ VARSIN...
SENİ ÇOK SEVİYORUM
BİR DE ÖZLEDİM...

Cumartesi, Kasım 19, 2005

Elektrik… Maxihot… (uyumalıyımmm) Mum ışığında Semiramis …


2005 yılında yurdum
Hala en küçük fırtınada kesilir elektrikleri…
Birliklere girmeye çabalar…
Daha kendi içinde aradığı
Birliği bulamamışken…


Tam ahvalimi yazmaya oturdum bilgisayar başına, gribin ne fena olduğunu anlatacaktım, “Bol bol meyve yiyin bakın ben yemedim ne oldum” nutukları atacaktım. O kadar heveslenmiştim. Ama ne oldu: Yine kesildi gözünü sevdiğim elektrik. Mum ışığında yazılmakta bunlar o sebepten… Benim bu halim ülkemin özeti aslında… Arada kalmışlığın resmi: Mum ve bilgisayar, internet, blog dünyası… Bir yandan yakalamaya çalışıyoruz dünyanın gelişim hızını ama duraksatıyor ara ara “gelişmekte olan ülke”nin alışılagelmiş sorunları… Örnekler bir tek bu değil aslında… (Tam şu anda geldi yurdumun elektriği. 2 saniye kaldı gitti… Zavallı bilgisayar Battery Mode ile AC Mode arasında feleğini şaşırmış bir halde gidip geliyor… Aynı biz gibi )

Gribim fena halde… Ve beynim tuhaflaştı. Sürekli bir uyku hali, aslında uyku değil. Uyur uyanık derler hani tam o durum. Beynim boş durmak olmaz deyip bana seminerler veriyor, kelimeler birbirine karışıyor. Bu galiba “Professional deformation” dedikleri. Mesleğin gerektirdiği özelliklerin hayatın her alanını etkilemesi… Öğretmeniz ya her an bir kazanım olmalı: kendi kendime anlatıyorum ama karmakarışık bir oradan bir buradan…
Maxihot diye bir ilaç var içinde hallice miktarda parasetemol içeren ki sonuçta beynim tuhaflaşıp yukarıda bahsettiğim uyku halinde…

Bugünlük hayattan bu kadar… Zaten bilgisayar pes etti, şarj 3 dakika daha sabreder sonra başlar “elektrik istiyorum” diye inlemeye…

Ben şimdi ne mi yaparım buradan çıkınca: Mumlar sağolsun onların ışığında Semiramis okurum. Öğrenirim Asurlu Kraliçenin hayatını ve o zamanları anlamam hiç zor olmaz. Malum düşününce şunun şurasında ne ki… Fazla zaman olmamış. Biz yakınız hala o medeniyete…

Günaydınnnn gittim ben…

Salı, Kasım 15, 2005

okuldan...


bir öğretmen hayatı boyunca topladığı deneyimleri harcamasa, yazsa bir kenara yazsa eminim emekli olma zamanı geldiğinde bir kitap yazacak kadar anı biriktirmiş olur elinde... her gün o kadar çok anlatılacak, bazen fıkra gibi komik, bazen trajik... emekli ikramiyesi kadar çok para kazanabilir çünkü eminim çok satar... herkes birşeyler bulur o yazılanlardan... Okul herkesin en az 5 yılını geçirdiği (artık 8) ve anılar biriktirdiği yer..
bugünden bir kaç ekstantane düştü benim payıma...

dönemin başından beri pek derse kalkma cesaretini gösteremeyen bir öğrencimden ilk ayrıntı...
dersin sonunda "sıcak koltuk" oynadık... Şampiyonu belirledik, zil çaldı. Bizimki yerinden kalktı, koşarak sıcak sandalyeye oturdu. Ben kitaplarımı topluyormuş gibi yapsam da bir yandan onu izliyorum çaktırmadan.. Oturdu, sanki o yarışıyormuş ve ona anlatıyorlarmış gibi dinledi... sonra "evet evet biliyorum HOSPITAL" dedi. Arkadaşlarını da ne yaptığını anlamamış öyle bakıyorlardı. sonra zıplamaya başladı "İşte ben de bildim, bildimmmm". Hayal güçleri çok sıkı çalışıyor, şimdi bana düşen o hayal ettiğini gerçek yapmak. onu da bir sonraki ders sıcak sandaleyeye oturtmalıyım. biraz üçkağıtçılık yapıp en kolay kelimeyi yazıp tahtaya bilmesini sağlamam gerek... :)


ikinci ayrıntı da sınıf öğretmeni olduğum sınıftan en fazla sorun çıkartan öğrenciden...Adını etik sözleşmemden dolayı ismini yazamıyorum... O da anlatılamayan ve çözülemeyen öğrencilerden. Yaşamak gerek onu... övgü anlaşılmasın, satır arasını onu tanıyanlar anlayacaktır ne anlatmak istediğimi. fiziksel gücünü arkadaşlarını sindirmek için kullanan, her gün farklı öğretmenden bir şikayet getiren bana ve benim her gün en çok ihtiyacım olan tenefüsleri ona danışmanlık yapmaya ayırdığım ve sayesinde artık ufaktan psikoljik danışman ünvanına da kavuşacağım öğrencim.. bu tenefüs yine konuştuk, anlattım anlattı... "tamam öğretmenim, anladım ben sizi anladım bundan sonra olmayacak" dedi gitti... inanamadım pek.. yanılmamışım, 10 dakika sonra koridorda karşılaştık : "öğretmenim, tamam uygularım dediklerinizi ama Pazartesi başlarım... Ne denir, ne yapılır??? Rejim mi bu pazartesi başlanıp salı bitsin??? çözemedim ben onu...


son da kafama takılan bir ayrıntı... dersine girdiğim 6. ve 7. snıflar ve dersine girmediğim 1-5 arası sınıflar bana seslenmek istediklerinde ya da selam verirken, soru sorarken "Öğretmenim" diye başlarken; 8. sınıflar " Hocam" diyorlar...
bu nasıl bir çelişkidir? Biz öğretmenler mi terfi ediyoruz yoksa onlar mı???

Pazartesi, Kasım 14, 2005

vezneci...


bugün banka turları yapmam gerekti...
birkaç bankadan sonra sırada en son Ş........bank vardı, döviz almak için sıraya girdim
aslında çok sıkıcı geçer dakikalarca bekle.
ama ben bugün çok eğlendim. Nasıl?? Şöyle:
veznedeki görevli yeterliydi bunun için. Hani filmler vardır...
Memur maaşı alan görevli elinden geçen paralara bakar gün boyu ve içten içe sinirlenir. her gün elimden milyarlar geçiyor yaşadığım hayata bak diye hayıflanır...
veee o gün gelir soygunu yapar...
adamın görüntüsü bana o karakterleri çağrıştırdı...
anlatmakla olmaz, görmek lazım...
sıkılmadım yani, bayağı eğlendim... hayal gücü güzel birşey, işe yarıyor :)
keşke fotoğrafını çekeseydim daha anlamlı olurdu...

Cumartesi, Kasım 12, 2005

İNCİLER 2...





SANIRIM YENİ BİR BLOG ALMAM GEREK SADECE BUNLAR İÇİN :)

Cuma, Kasım 11, 2005

anahtar 2...



Bir posta kutusu, iki okul dolabı, bir ev, bir apartman dış kapı anahtarı...
hepsini birbirine bağlayan halkalar...
basit bir anahtarlık...
yani bir çocuğu cezbedecek fazla bir albenisi yok...
Alttaki yazılarda (bakınız: adsl, anahtar, italyanca) anlatmıştım derslerine girdiğim her tenefüste
bıkıp usanmadan bana anahtarı getiren öğrencim.
bugün yine onların sınıftayım. Mevsimleri ayları öğreniyoruz... ben ayları sayıyorum, o elinde anahtarlar yanındaki arkadaşına "Bunlar benim annemin anahtarları... annemin... annemin" deyip gülüyor..
Toparlayıp devam etmeye çalıştım ama zordu ...
düşününce üzerine karar veremedim: beni annesinin yerine mi koyuyor
yoksa hayali annesinin, hayali evinin anahtarlarını elinde tuttuğunu mu hayal ediyor??? Her ikisi de fena... birincisi ağır, ikincisi de insanın canını acıtıyor...

ritüel değişmedi
her iki teneffüs de getirildi anahtar...
ikincisinde minik el uzattığm avucumu kavradı diğer eliyle de anahtarı avcuma bıraktı...

anahtar...

anladım şimdi...

-----------
december- january- february are winter months....
winter is cold and snowy....

inciler... :)





ÖĞRENCİLERİMİN EL EMEĞİ GÖZ NURLARI....

10 Kasıma...

Anma töreni vardı okulda bugün...
çiçekler Ata'nın büstünün üzerinde...
Cumhuriyetin emanetçileri sırada, üşüseler de gıkları çıkmadı...
9.05 siren yankı yankı kulaklarda...
sonra alışılmış konuşmalar, şiirler,
hepsi iyi güzeldi ama beni en vuran Atayı anlayamadığımızı anlatan şiirdi. Şöyle demiş şair bendekileri özetlerken:


"Mustafa kemali anlamak avunmak değil
Mustafa kemelin ülküsü sadece söz değil"

Anlıyoruz biz, çok iyi anlıyoruz. ama bazılarımız anlamak istemiyoruz işimize gelmiyor...
söylemek zor ama biz bıraktığın yerde sayıyoruz...

Tüm TV kanallarının köşesinde resmin var: saygıyla anıyoruz 'lar var
ama alttaki görüntüler yakışmıyor senin fotoğrafının altına... Zayıflamak isteyen yurdum insanının iradeleri çok sağlamca spor görüntüleri var. "sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" du
ve dedim ya biz seni anlamadık. Ne kafalar sağlam artık ne de vücutlar...

Özeleştiri zamanı... benim öğrencilerim hala sorunlarını şiddetle çözüyor.. Sırasını aldı yerine kırık sırayı koydu diye birbirlerini tekmeliyor, şakalaşırken bile sertler...
"Yurtta sulh, cihanda sulh" sözün her yerde asılı ama okulda barış olmayınca şehirde de ülkede de cihanda da olmuyor...
Dedim ya biz seni anlayamadık...

10 Kasım 2005
10 Kasım 1938

pek değiş (e) medik Ata'm...

Perşembe, Kasım 10, 2005

rekabet başlasınnnnn :)

evet ben bu düelloya varım, memnuniyetle kabul ediyorum...
Rekabet iyidir kaliteyi arttırır....
ama Amire Öğretmenim gözüm de korkmadı değil itiraf edeyim... Bir başlayıp pir başladınız... Tebrikler :)
Bir adımda 3 mesaj, hiç azımsanacak gibi değil...
Bakalım neler olacak...
Bu bir savaş ilanıdır... Heyamola :)
(Şu an Amire Öğretmenim markete peynir almaya gitmiş bulunmakta. Yani bir adım öndeyim. Peynir yoksa o markette bir sonraki markete uzarsa yolculuk işime çook yarayacak. Markete telefon mu etsem?? Numarayı bilmiyorum ki... Ama itiraf edeyim benim yaptığım hainlik... Düşmanımın bilgisayarını kullanarak savaş ilanı açmak da olmaz ki şimdi :))
Düşmanın cephanesini kullanarak savaş da kazanılmaz ki?? Bu bir ilk... (yani bir ilk olacak inşallah... ) Düşman geldi... Yemek zamanı.. Dikkat etmeliyim. Yemeklerin içinde yabancı maddeler olabilir... Bu blog rekabeti çok tehlikeli. Herşeyi yaptırır :)
MERAKLISINA NOT... DÜŞMANIN ADRESİ:

http://ekince.blogspot.com/


Yani hiç gerek yok ama hani merak ederseniz bakarsınız... :P



veee
Zehra'm... derin dostlardan... hoşgeldin blog dünyasına.. Çok sevindim. Sıkı bir yazar kazandı blog dünyası. Hayırlı Ola... :) yazıların sıkı sıkıya takip edilecek tarafımdan. Hoşgeldin...


10 Kasım yazısı sonraya ...

Salı, Kasım 08, 2005

sözüm olsun...




bu blog sanırım yavaş yavaş "bir öğretmenin günlüğü"ne dönüşmeye başladı... Hayat nerden akıyorsa yazılanlar da onu takip edecek tabii başka çaresi yok ki... hayatın üçte ikisi okulda geçiyorsa yazılar da okul olacak... kaçarsız...
mesleğe her başlayan yaşar galiba bu ikilemi... sistemin içinde erimeli miyim yoksa idealistliğe devam mı? İnsan dayakla eğitilmezi savunanlardanım ben... zaten bana göre de değil istesem de yapamam... Bugün sınıf öğretmeni olduğum sınıftan fazlaca yaramaz bir öğrenci geldi.. Dersim onların sınıftaydı. Derse girmek için sınıfa giderken yanıma geldi. "Öğretmenim başım dönüyor" dedi. Numara sandım derse girmemek için. Biraz konuşunca bir öğretmenin fena halde hırpaladığını öğrendim. Abartıyor sandım ama başka sınıflardan çocuklar da görmüşler olayı. İnanamadım. İnanmak istemedim. Ben öyle biliyordum. İnsansak dayak olmazdı. bunun başka yolları olmalıydı.
"Okullar hataların düzeltilmesi için vardı (telif hakkı : Amire Öğretmenim olup olabilecek en iyi rehber öğretmen :) ) ve hatalar olmasa biz ne işe yarardık??"
Ben hala bunların geçerliliğine inannıyorum
bugün söz verdim:
"Bir öğrenciye elim tokat için hareketlendiğinde ben bu işi bırakacağım"
"Çok büyük konuşmayacaksın hayatta" der annem
ama bu büyük söz
sözüm
...
hayattan iç açıcı satırlar düşmedi bugün
affola...


üstteki resim belki aydınlatır biraz :)

Ritornello
Dove sarai (io ti cerco sai)
anima mia (anima mia)
senza di te (ora e per sempre)
mi butto via (sei la mia piccola)
Dove sarai (ti cerco e capirai)
anima bella (anima bella)
stella gemella (stella gemella)
dove sarai (dove sarai)

Pazartesi, Kasım 07, 2005

adsl...anahtar... italyanca

bu adsl fena birşey...
3gb dediğin ne ki diyorsun
ziyan olmasın doldurmak lazım diyorsun
gözler kan çanağı....
İtalyanca öğreniyorum, aynı anda son çıkan albümler download ediliyor
hatta yetmiyor üzerine öğrencilerle msn de rehberlik yönlendirme yapıyorum..
bu nesil çok şanslı
öğretmenleriyle sanal ortamda chat... biz olsak ayağa kalkar hazırda beklerdik
onlar gayet rahat
değişiyor
iyi oluyor galiba
....
yuvadan gelen öğrencilerim var
yuva=çocuk sitesi
nasıl inceltilir bilmiyorum
onlara her baktığımda Malatya geliyor aklıma...
şu kafaları birbirine tokuşturulan...
kenara itildikçe "sev beni" diyen
sev beni dendikçe de kenara itilen
bir tanesi var
her ders aynıyız
ben anahtarlarımı masanın üzerine bırakıyorum
o alıyor
tüm ders elinde
ders bitince bana geri vermiyor
ben 3 kat aşağı iniyorum
1 dakika geçmeden öğretmenler odasına getiriyor...
neden desem "böyle olsun" oluyor cevap

gitmek gerek
yaşamak gerek..
bir kez görünce aynı olmuyor yaşamınız...


bugünden hayattan budur...
italyancaya dönmek gerek
:)

Cumartesi, Kasım 05, 2005















bu örümcek yaklaşık 3 gündür yatağın yanında duvarın üzerinde 1 mm bile kıpırdamadan duruyor ...
nasıl beslenir bu hayvancık intihar mı etmeye çalışıyor çözemedim...
orda öylece duruyor
neyin protestosunda acaba??














29 ekimde öğrencilerim ...
üşüdüler ama değdi
süper bir geçiş yaptılar...
geleceğe dair güvenim onlar benim
:)

eylüle...

Sizin bulunduğunuz yerlerde havalar şu an ne alemde bilmiyorum ama burlarda ciddi bir serinleme söz konusu havalarda ve ağızlardan dökülen: “İşte yine geldi ya Eylül girdik artık sonbahara”, “Deniz mevsimi de bitti artık herkes döndü.”, bunlardan daha sık olarak da “Artık baharlar yaşanmaz oldu zaten. Bir yaz, bir kış, hemen atlıyorsun birinden diğerine.
İşte bunlar bu aralar çok sık duyduğum ve duymaktan ciddi anlamda sıkılmaya başladığım cümleler.
Sizi bilmem ama benim hiç de katılasım yok bu cümlelerin hiçbirine. Ya en basitinden düşünsenize hiç çocuğuna Mart ya da Ocak diye isim koymuş anne babaya hiç rastlamadım ben Eylül adını taşıyan şanslı çocuklar çok. Diğer taraftan sonbaharlar hala yaşanıyoren azından benim yaşadığım şehirlerde. Hala o renk cümbüşünü yakalayıp sonuna kadar tadını çıkarabiliyorum. Biyolojik kentim ( yani ailemin yaşadığı, benim içinde doğduğum ama buna rağmen hiçbir aitlik hissetmediğim sınır şehri) Edirne’nin özellikle Söğütlük vardır tam eylüldür zamanı sarı, yeşil ve kahverenginin ve tüm bunlar hepsi bizimle. Ama sadece bakmasını ve bakmaktan da öte görmesini bilene. Öyle herkese değil… Karaağaç ve Kapıkule yollarının da hakkını vermek lazım şimdi. Birinde Bulgaristan, diğerinde Yunanistan’la sınır oluşturan noktalarla biter bu iki yolların sonu. Türkiye’deki son zamanlarınızdır ve sizi sınırdan çıktığınızda buraları daha çok özleyesiniz diye bir çaba içindeymişlercesine tadını çıkarılası yollardır. Sınırda da bitmez renkler. Sonbahar ve renk ya bu sınır mı dinleyecek? Gümrük kapılarının ötesinde de var bu renklerin aynısından.
Benim kentim yani içinde yaşamaktan dolayı kendimi şanslı hissettiğim kentim güvenli bölge Ankara kıskanır şimdi. Onun da hakkını verelim. Oralarda da farklıdır Eylül. Hem artık doğalgaz sağolsun ki Karbonmonoksit sonbaharlar değil Ankara’da yaşanan. Bol oksijenli ve beraber Tunalı Hilmiye gitme ihtimalini sevdiğiniz insan varsa daha da güzelleşecek bir sonbahar yaşarsınız benden garanti. Bol oksijenli, yine bol sarılı, bol kahverengili sonbaharlar.
En güzel yaşanan yeri de tabii ki Ulus, tabii ki Kale civarı ve tabii ki Hisar Parkı. Laf olsun diye söylemiyorum kendinizi bulursunuz orda. Yanda mutlaka bastonlu düşüncelere dalmış gitmiş, sanki saatlerdir orda izlenimini veren yaşlı amca olur. Arkadan Kalespor yıldızlarının sesleri, aşağıdan da adını bilmediğim ve bir türlü öğrenme zahmetine de katlanmadığım okuldan zil sesleri-teneffüs-zil sesleri diye devam eden hiç bitmeyecekmiş gibi gelen sesler. Artık renklerinden bahsetmiyorum kapmış olmanız bekleniyor.
Yeni demek istiyorum ki ben şanslıyım Eylül’ü yaşayabildiğim için ama benim kızdığım aynı şehirleri paylaştığım insanların Eylül’den yakınıp durmaları… Yok Eylül ayrılık mevsimiymiş, yok hüzün basarmış insanları. Ya şimdi siz ayrılacaksanız Eylülün suçu ne? Ne bu ilişki, ne bu çelişki derler insana… Ayrılık değil tam tersine birleşme mevsimidir bence sonbahar. Ha siz ille de yok Eylül ayrılık ayıymış öyle duyduk biz ayrılacağız derseniz kim tutar, buyrun…
Önce güneş daha erken batmaya başlar, akşam olur, herkes evine girer erkenden. Tabii bu sokaktaki mahalle maçını bırakıp eve girmeyi sonuna kadar reddeden çocuklar için sevilenecek bir durum değil pek kabul ediyorum ama bu yazının hedef kitlesinin yani sizin 18 yaş üzeri olduğunuz düşünüldüğünde siz bu bahaneden muhafsınız hiç boşuna yeltenmeyin.
Sonra okullar açılır, okula dönüş zamanıdır, sıkı dostlar tekrar birarada, kantin geyiklerine geri dönüştür bu zamanlar…
İnsanlar daha bir birbirine döner gibi geliyor bana… Düşünsenize yazın o nemli, bunaltıcı sıcağında omzunuzdaki bir kol bile ağır gelmez mi size? Eylülde serinlik başlayınca birbirine yaklaşır. Ya işte fizik konunu bu önüne geçilir mi? Sıcakta genleşip uzaklaşır molekül denilen şeyler birbirinden. Soğukta da birbirine yaklaşır. (Böyle miydi, bilen varsa…)
Eylül geldi haberi olmayanlara duyrulur…
Eylülü görmezden gelmek o kadar kolay değil!
Gün erken kararacak…
Sonra okullar açılacak…
Herşeye rağmen eylüller gelip geçecek
Bilinir bu da neden hep allak bullak olunur neden sarsar anlamıyorumm…
Tam zamanı şimdi yaz rehavetinden sıyrılıp baharı yakalamanın zamanı…
Daha kaç eylül var ki yaşayacağımızdan emin olduğumuz…
Ya da kaçıncı Eylülündeyiz hayatın…
İşte yine Eylül…
Yağmurlarla yıkanmış ışıklarla hüzün ve aşk zamanı…
Alıştığımız gibi olmayacak artık yaşam…




özlem

ilk

bu ilk yazı...
neleri getirir bilemem sonrası...
merhaba
web site counters
Expedia Coupon
Locations of visitors to this page